Bu Blogda Ara

30 Nisan 2015 Perşembe

Kaderimizi Ne Belirler





Hayatta bazı dönemler vardır, içinden çıkamadığımız çıkmazlara saplandığımız. Dönem dönem her insanın başına gelir. Kimi şanslı insanlar için bu çok kısa sürer. Bir yardım eli uzanır veya gözden kaçırdığı basit bir çözüm olduğunu farkeder. Tipini sikeyim işte ben o insanların. Amk şanslıları, tiksinç piç kuruları. Evet sevgili okurlar, bu yazı biraz küfürlü olacak. Daha ilk satırlardan kendisini göstermeye başlayan küfürler ilerleyen satırlarda da artarak varlığını sürdürecek. Beğenmeyen okumasın amk. Zaten okuyan çok kişi de yok amk yazılarını. Kendi eserine bile saygı göstermeyen iğrenç bir sanatçıyım ben. Tepeden tırnağa öfke doluyum ve kusmak istiyorum. Bunun dışında da hiç bir şey umrumda değil bu eserimde.

Yaratılanların en yavşağı olan insanoğlunun sikip attığı dünyamızda Tanrı yer yer deprem olarak varlığını göstermektedir. Varlığını hissettirdiği depremlerden biri olan 17 Ağustos depreminde beni öldürmeyerek, beni aslında cehenneme atmak niyetinde olduğunu gözler önüne serdi. Biliyordu çünkü, her geçen yıl günahlarım artacaktı. Kimseyi dolandırmadım, kimsenin hayatı benim yüzümden kararmadı, kul hakkı desen sıfır ama şirk, isyan ve bilimum günahlarda üstüme tanımam. Şayet satanizmin ateist bir felsefe/inanç olmasa şuan benden on numara şeytan müridi olurdu fakat onlar da ateist amk dünyasında. Ritüeller v.s. sizi yanıltmasın keza onlar sembolik şeyler. Kendimi zorluyorum, zorluyorum ama ateist olamıyorum. Agnostik veya deist gibi kavramlar da ortamda kız düşürmeye kasan veya elitist takılan tiplerin tripleri gibi geliyor bana. Böyle daha iyi. İnanıyorum ve isyan ediyorum. Tanrının kötü olduğu bir dünyada belkide şeytan tek çıkış kapısıdır dostlar... 

Lisede karşı cinsle aram şimdi olduğu kadar iyi değildi. Daha açık olmak gerekirse berbattı amk. Sonra ne olduysa oldu işte, bugünlere geldim çok şükür. Demek istediğim o dönemde yüzüme bakan tek kız bir satanistti. O zamanlar bende öyle sağlam bir inanç var ki görenin gözleri dolar... Satanizm hakkındaki bilgi birikimim o kızdan kaynaklanıyor. Güzel ve satanist bir kız hiç kızdan çok ama çok iyidir düşüncesiyle ve kızın yüksek gayreti artı derin sabrıyla biz sevgili olmuştuk kısa bir süreliğine. Kız hep anlatırdı ben hep korkardım. Hiç unutmam bir gece şeytan rüyama girdi. Kısaca tipi tasvir etmeden önce uyarayım; korkunç değildi hatta teni kırmızı olmasa yeryüzündeki en yakışıklı varlıklardan biri olurdu. Tasvire geçelim; kırmızı ten, kehribar rengi gözler, ince ve biçimli kaşlar, üçgen kafa yapısı, biçimli ve düzgün bir çene, sakalsız ve "baby face" bir yüz, düzgün ve beyaz dişler, uzun at kuyruğu yapılmış siyah saçlar, atletik vücut yapısı ve elbette şımarık, aynı zamanda da kendinden emin bir tebessüm. Şeytan şeytan değil Hollywood'dan fırlayan yakışıklı aktör sanki amk. Halbuki biçimsiz ve boynuzlu bir yardımcı oyuncu benim için yeterliydi şeytan rolü için. O gece rüyamda bana "Tanrıyı bırak, bana inan. Benim tarafıma geç" demişti. Bende tabi Tanrıya duyduğum derin sadakatle "Hayır! Asla! Kesinlikle olmaz! Hayır! Hayır! Hayıııır!" diye haykırmıştım, tabi ne derece korktuğumu siz tahmin edin. Gel gelelim aradan yıllar geçti. 

Oysa aynı teklifi şimdi yapsa "Gelmeyenin amk!" der, Tanrıyı şu videodaki ruh haliyle terkederdim.

 














Her şey zıttıyla varolur bu alemde. Tanrı neden şeytanı yok etmedi? Sizce şeytan olmayan bir yerde Tanrının varolabilmesi mümkün müdür? Keza tanrı olmadan da şeytan varlığını sürdüremez. Bu kısır döngüde hayatı sikilen insanoğlu isyan etmesin de ne yapsın? Oyuncak mıyız biz? Tamam kardeşim yoktan varoldum da oyuncak olmak için mi varoldum? Her şeyi geçtim de dünyaya gelirken oyun ayarlarımı niye "very difficult" yaptım amk yerinde... Cinsiyetçi küfürler etmek kötü bir şey, erkeklik organını yüceltip kadın cinsini küçük düşüren bir yapıya sahip ama elimden şuan küfür etmekten başka bir şey gelmiyor. Azıcık deşarj olayım, bir dahaki eserimde tekrar efendi üslubumla yazarım. Zaten bilimsel olarak kadın erkeğin bir üst sürümü keza kadınların üreme organıyla boşaltım organı ayrı. Bizde öyle mi amk yerinde! Bizde bir organ var her şeyi oradan yapıyoruz. Oradan seks yapıyoruz, oradan işiyoruz, onun üzerinden küfür ediyoruz ve yeri geliyor oradan düşünüyoruz. Sanki amk hayatı yeterince zor değilmiş gibi bir de her şeyi aynı organla yapmak zorunda kalıyoruz. Erkek olmak da kolay değil sevgili kadınlar. Biraz anlayış lütfen...

 Şeytandı, Tanrıydı, kadındı derken konu dağıldı. Konuyu toparlayacak olursak bu yazının başlığı neden "Kaderimizi Ne Belirler" diye soracaksınız. Bir çoğunuz başlığa dikkat etmemiş olabilir nitekim yazılarım pek siklenmiyor. Burada ego yapacak halde değilim, google sağolsun bana istatistiki veri sunuyor. İyi günlerimde sağolsun 10 bilemedin 15 kişiyi gördüğüm oluyor bir günde. 5 kişi yanlışlıkla gelmiş olsa, 3 kişi farklı platformlardan tekrar tekrar okusa, 2 kişi de "bu neymiş lan bir bakayım" dese kalıyor bana 5. O da iyimser bir bir varsayım. Bunun dışında oldukça güzel yazdığıma inanıyorum. Farklı bir bakış açım var. Var lan işte! Var... Bu yazının başlığının "Kaderimizi Ne Belirler" olmasının sebebi yazımın başında da belirttiğim gibi hayatın bizi sürüklediği çıkmazlar. İçinden çıkamadığımız, içinde boğulduğumuz çıkmazlar. Çıkmaza sürüklenmemiz doğal ama içinden çıkamamamız doğal değil. Hayat bizi bir yerlere sürüklüyor. Bu sürüklenme bazı dönemler kontrolümüz dışında gerçekleşiyor. İşin boktan tarafı o saatten sonra hayatın akışı istemediğimiz bir yöne doğru kayabiliyor ve o yönde kayarken rotamızı değiştiremiyoruz. "Her zaman başka bir seçenek vardır" diyen yavşaklara sinir oluyorum, kişisel gelişim kitaplarına da kafam girsin. Bir bakıyorsun istemediğin bir hayatın içinde hapsolmuşsun ve acı çekiyorsun. Amk hayatı o kadar sıkıcı bir hal alıyor ki insanın içinden sırf aksiyon olsun diye çırılçıplak soyunup koşmak geliyor ama burası Türkiye, öyle şeyler yapmamakta fayda var. Benim korktuğum senaryo gerçekten sabit ve yazılmış bir kader yaşıyor olma ihtimali çünkü bunu kabul edemem. Eğer bu böyleyse bizler kumar masasındaki poker kağıtlarından başka bir şey değiliz. Satranç tahtası üzerinden örnek vermedim bağışlayın ama durumumuz satranç tahtasının üzerinde yer alabilecek kadar iç açıcı değil. Hatta batak masasında elden çıkartılmak istenen küçük kartlar arasında bile yer alıyor olabiliriz. Düşünsenize birin elindeki en iğrenç veya en iyi kart olduğunuzu. Arada hiç bir fark yok, sadece yüksek kart diğer kartlardan değerli olduğu için kendisinin de masaya atılacak bir kart olduğunu unutuyor. Şahsen ben şımarık bir kumarbazın elindeki desteden bir kart olsam sırf morali bozulsun diye kendimi masaya atardım. Bunu hayatınıza uyarlayıın... Ne yapmak lazım? Şayet önceden yazılmış kaderleri yaşıyorsak ne yapmak lazım? Bu ihtimal sinirlerimi bozuyor...

Benim bulanık bilinçaltımdan dökülenleri okurken "bu neyin kafasını yaşıyor amk" dediğinizi duyar gibiyim. Hepiniz demiyor ama bazılarınız diyor, duyuyorum. Belkide geleceği görüyorumdur, bunu kim bilebilir... Bakın dostlar ben bir test yaptım. Uzun zaman kimseyle görüşmeyip hiç bir şey yapmadım. Bunu bir test olarak düşünün. Bunu test olsun diye yapmadım ama baktım koşullar müsait bunu denemeye karar verdim. Bütün bağlarımı hiç kimseye hiç bir şey söylemeden koparttım, herkesle istisnasız... Hiç bir şey yapmıyordum ama hiç bir şey. Sadece zaman öldürme faaliyetleri. Bir şekilde hayatın içinde yok olmam  gerekirken benden hariç gelişen olaylar, benden bağımsız devrilen domino taşları bir şekilde geldi, bana çarptı ve ben tekrar hayatın içine karıştım. Peki bu kader miydi? Yani ben de herkes gibi bana biçilen rolü tamamlamak zorunda mıyım? Bunu kozmozla da açıklamak mümkün ama ona girmeyelim şimdi. Karma, spiritüalizm v.s. derken miğdemiz bulanmasın şu satırlarda. Kafamı kurcalayan sorun buydu işte. Mutlu muyum? Tabi ki hayır... Lütfen ama, mutlu olsam bu satırları yazmakla uğraşır mıyım allasen? Mutlu olsam keyfime bakar, neşeme neşe katarak mutluluğun nirvanasına ulaşmaya çalışırım. Oysa ben şuan sigara üstüne sigara yakarak nikotinin nirvanasına ulaşmaya çalışıyorum. Oysa birazcık şansım yaver gitse o kadar güzel şeyler yapacağım ki... Bu 3-5 kişinin sadece meraktan okuyacağı iğrenç satırları yazmak yerine daha güzel şeyler mesela dostlar. "Pucca" denilen şeyi okuyorlar lan, bloglardan meşhur oluyor iğrenç iğrenç yazılarla... Bende neden o şans yok? İğrenç yazıyor, satırlarında zerre zeka ışıltısı yok. Baktım lan, inceledim. Yaptım bunu, evet ne var? Yapıyor insan böyle şeyler! "Sen de bok gibi yazıyorsun, iğrenç yazıyorsun, her bir satırından ayrı ayrı tiksindim" diyebilirsiniz. Cevabım; "Lan zaten 3-5 kişi okuyor amk bloğunu"... Onların da okuduğuna inanmak istiyorum. Hayata neden "very difficult" başladım, lanet olsun! Sebebi neydi ki? Buradan yeri gelmişken illuminati denen kurumun da yayınında ve yapımında emeği geçenlerin yedi ceddini sikmek istiyorum afedersiniz. Çocukken izlediğim çizgi filmler bilinçaltımı bozmuş olabilir çünkü çok çizgi film izliyorum. Bizim zamanımızda Pepe yoktu, hep illuminatik şeyler izledik. Gerçi bizim izlediğimiz çizgi filmlerde opera, klasik müzik yer yer meşhur senfoniler soundtrack olarak kullanılıyordu, pepe gibi iki ekmek alıp eve giden iğrenç ve beyin uyuşturan besteler yoktu. Fakat gel gelelim saça sex yazmak olsun, diğer subliminal mesajlar olsun beni etkiledi sanırım.

Hep merak ederim şu bir anda meşhur olan videoları, yazıları v.b. şeyleri. İnsanlar nasıl paylaşır veya nasıl öyle üst üste denk gelir de herkes izler. Bu belli gezegenlerin arka arkaya dizildiği ana mı denk geliyor, nedir bunun büyüsü? Hastahaneye sıçan teyze bile benden daha az emek harcayarak bir şekilde kendinden söz ettiriyor. Meşhur olma peşinde değilim ama şu yazıları daha fazla kişi okusun da bari buradan mutlu olayım istiyorum. Yazılarımı daha çok kişinin okuması beni mutlu ediyor çünkü. Hayır insanlar ara sıra güzel yazıyorsun diye mesaj atmasa bu defteri çoktan kapatmıştım. Onlar da sağolsunlar yazdıklarımı hiç paylaşmıyor. Madem sevdin yazdıklarına paylaşsana be güzel kardeşim. Facebook'da beğendiğin video'yu nasıl paylaşıyorsun bunu da paylaş işte facebook'unda, twitter'ında. Beğendiysen ama, keyif aldıysan... Sadaka niyetine paylaşma keza emin ol Tanrı bana sadaka vermeni istemezdi. Haybeye günaha girme benim gibi bir günahkar deli yüzünden. Fakat beğendiysen paylaş şu yazıyı da 2-3 kişi daha görsün okusun şu satırları. Benim de mutlu olacak bir şeylerim olsun. Bu da böyle bir yazımdı, bu satıra kadar okuyan herkese teşekkürü bir borç bilirim. Sevgiler.



















26 Nisan 2015 Pazar

Ruh Eşi

 


  Çoğumuz bir ruh eşimiz olduğunu düşünür, onunla karşılaşmayı düşleriz. Bu bizim en güzel, en masum aynı zamanda da en mahrem hayalimizdir. Bir insanın bütün hayallerini öğrenirseniz geriye o insanla ilgili öğrenebileceğiniz pek bir şey kalmaz. Bir insanı tanımanın yolu onun hayallerini öğrenmekten geçer fakat çoğu zaman hayallerimizi kendimize saklamayı seçeriz. Hayallerimizi kalbimizin gizli bir köşesinde, özel bir fanusun içinde büyük bir gizlilikle muhafaza ederiz. Bazen hayallerimizi öyle derine gizleriz ki varlığını biz bile unuturuz. Hayaller oldukça kırılgan varlıklardır, bu yüzden bizler onların üzerine korkuyla titreriz. Hayallerimizi korurken ölçüyü kaçırmamız normal karşılanmalı keza bizi biz yapan sayılı özelliğe sahibiz...

   Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe bu kadar değişmemizin en büyük sebebi sizce sadece hormonlarımız olabilir mi veya fiziksel değişimlerimiz? Bunlar elbette oldukça etkili sebepler ama bence en önemli sebepler bunlar değil. Bizler hayallerimizi unuttuk... An be an hayatın o derin kaosuna daha fazla kapıldık, anlık olayların tesiriyle zehirlendik, insanların ve toplumun manipülasyonlarıyla karardık. Bu sebeptendir ki hayallerimize yönelik tehditler arttı ve biz onları gittikçe daha derin bir karanlığa gömdük. Bu karanlık o kadar derinleşti ki sonunda hayallerimizi o karanlığın içinde unuttuk. Hayallerimiz giderse geriye ne kalır ki? Sadece yaşayan ve günden güne yorulan, aynı zamanda da içten içe çürüyen zavallı bir organizma... Bizi biz yapan hayallerimizdir, başka hiç bir şey değil... Bir insanın hayallerini kaybetmesi ruhunu kaybetmesi gibidir. Ruhumuz bedenimizi terkederse hayatımızı yaşayan cesetler olarak sürdürmek zorunda kalmaz mıyız? Antidepresanlarla  gülümseyen aciz bir beden içerisinde hayat oldukça zordur. Oysa karanlığa gömdüğümüz ışıklarımız var bizim, istese bütün karanlığımı boğabilecek... Biz ışıklarımızı kapatma hatasında bulunduk ve gözlerimizin arkasındaki boğucu karanlıkla yaşamak zorunda kaldık. Hayata tutunmak, daha iyi varolmak adına varoluşumuzun en büyük güç kaynağının şalterini indirdik. Dolayısıyla tutunamadık, gittikçe daha mutsuz daha güçsüz daha cansız insanlar haline geldik. Fakat bir yol daha var. İçimizdeki karanlığa dalıp unuttuğumuz hayalleri bulmak. Bulmalıyız hayallerimizi. Bulmalı ve yaşatmalıyız onları. Onlar yaşamalı ki biz de yaşayalım.

  Unuttuğum hayallerimi bir bir diriltiyorum bugün. Tek tek özenle inceliyor, saygıyla temizliyor, şefkatle sarılıyorum. An be an bedenimin içindeki ruh biraz daha hissedilir hale geliyor, ben de biraz daha canlı... Hayallerim dirildikçe ben de diriliyor, aslında kim olduğumu hatırlıyorum. Bu göz yaşları kurumuş, ağlama yetisini dahi kaybetmiş duygusuz adam değilim ben. Üzerimdeki katranı kazıyor altındaki derimin nefes almasına izin veriyorum. Nefes alıyorum ben... Neden bu kadar uzun süre nefesimi tuttum ki? Ne büyük ziyan!

  Çok ama çok küçükken, henüz bakir bir erkek çocuğuyken hayallerimdeki kızı düşlerdim. Ruh eşimi... Rüyama girsin diye her gece yıldızları saydığım, yıldızsız gecelere lanet etmeme sebep olan ruh eşimi... Bazen gelirdi bazen de hiç göremezdim onu. Ne zaman gelse elimden tutar, peşinden sürüklerdi beni umursamazca. Bir rüyaya onlarca macera sığdırırdık. O bana yaşadığımı hissettirirdi. O belki yaşamazdı ama beni yaşatırdı. Hayalleri böyledir işte. Onlar senin yaşaman, yaşayabilmen için vardır. Yıllar geçti ve ben onlarca kadınla birlikte oldum. O bir daha hiç gelmedi... Olsun, ben yine de bir ruh eşim olduğuna inanacağım. Hayaller gerçekleşmek için vardır. Bu hayatta veya başka bir hayatta. Önemli olan hayalleri yaşatmak. "Her nerede yaşıyor veya yaşamıyorsan, ben burada yaşıyorum hayalim. Senin sayende de yaşayacağım". Bu yalnızca bir tanesi. Hepsini paylaşamam yoksa benden geriye bir şey kalmaz...

25 Nisan 2015 Cumartesi

Sevgi Nedir

Bugün size sevginin tanımını yapacağım. Daha doğrusu sevginin bendeki tanımını sizinle paylaşacağım. Yalnız sizden bir ricam var. Tanımı okumaya başlamadan önce bu parçayı dinlemeye başlayın. Anlatacağım süreci en iyi yansıtan parça bu çünkü...



Sevgi bir bebeğin doğuşuna benzer. Zamanla, yavaş yavaş oluşur ve meyveleri daha canlı olur. Sevme süreci bir kadının hamilelik sürecine benzer. Özel bir anda tohumlar atılır. Yavaş yavaş içinde bir şeyler canlanmaya başlar. Onu en güzel gıdalarla beslersin. Zamanla büyür, büyür ve büyür... O kadar büyür ki artık içinde tutamazsın, dışarı çıkar. İşte asıl mücadele onu hayatta tutmaktır. Eğer o canlıyı iki taraf da beraberce hayatta tutabilirse bir yerden sonra o canlı kendi kendisini hayatta tutabilecek seviyeye gelir. Ondan sonra o iki kişi arasında kırılmaz bir bağ oluşur. İşte sevgi böyle bir şeydir, sevgi aşktan daha güzeldir. Aşk uyuşturucudur, sevgiyse yaşayan bir canlı. Hangisi daha güzel? Herkes aşkı metheder çünkü aşk kolaydır, aşk fast food'dur. Hızlı üretir hızlı tüketirsin. Açlık anında karşı konulamaz bir şeydir. Oysa sevgi tarifi gizli, spesifik bir yemektir. Herkes yapamaz, herkes tadamaz. Özeldir...Aşksa kirli bir mutfakta özensizce hazırlanır. Lezzetini arttırmak için de içerisine bir sürü zararlı şey eklenir. Açken güzeldir aşk, lezzetlidir ama asıl güzel olan sevgidir. Çünkü sevgiye emek verirsin. Aşık olduğun kişiye güvenemezsin, ona laf söyletmez ve toz kondurmazsın ama güvenemezsin. Sevdiğin kişiyeyse canını bile emanet edersin. Sevgi bambaşka bir şeydir. Sevgiler...

21 Nisan 2015 Salı

Harekete Geçmek


   Şimdi harekete geçme sürecinin kriminolojisini inceleyeceğiz... Canlı veya cansız herhangi bir şeyi harekete geçiren süreç ilginç bir şekilde benzerlik gösterir. Potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşme süreci bu sürecin ana etmenidir. Bir tepede biriken kar yığını, şarj edilen cep telefonu, ruhu açlık çeken bir insan, öfkelenen vahşi bir hayvan... Bunların hepsinin ortak noktası potansiyel enerjilerinin yükselmesi. Burada en önemli noktalardan biri de potansiyel enerjilerini kinetik enerjiye çevirene kadar eylemsiz kalmaları. Ta ki doruk noktasına ulaşana kadar.  O öyle bir noktadır ki isteseniz de onu durduramazsınız. Onu durdurmanın tek yolu eylemsizlik sürecinde müdahale etmektir. Harekete geçme anı geldiğinde düşünceler anlamsız, fiiller kifayetsizdir. O enerji nesneyi harekete geçirir ve o nesne de enerjisi tükenene kadar yapmak için yola çıktığı şeyi yapar. Eylemsizlik içerisinde acı çekiyorsanız içinizde biriken potansiyeli hissetmeye çalışın, o vahşi enerjiyi ve o derin açlığı. Ona odaklanırsanız kinetik enerjiye ulaşırsınız ve gerisini kinetik enerji halleder. İnsan bunu öğrenebilirse geriye sadece süreci kontrol etmek kalır.