Bu Blogda Ara

22 Haziran 2014 Pazar

Hayatın Başlangıç Kaynağı Seks

Seks aslında her şeyin başlangıcıdır, hatta başlı başına bir başlangıçtır. Varoluşun başlangıcı, doğumun başlangıcı ve ölüme inat, yaşam saçan bir zevkin başlangıcı. Doğuma sebep olabildiği gibi kimi zaman da bir yeniden doğuşa sebep olabiliyor. Yepyeni bir başlangıca...



Her şey arkadaşımın beni sevdiği bir arkadaşının mekanına götürmesiyle başladı. Saat gece onikiye geliyordu, gittik oturduk mekana. Kafe, restorant karışımı bir mekandı ve yeri çok güzeldi. Mekan kapanmak üzere olduğundan bomboştu. Önce arkadaşım içeri girdi, bir süre sonra da beni de içeri davet etti ve mekanın sahibi olan arkadaşıyla tanıştırdı. Karşımdaki manzara karşısında hayrete düşmüştüm. Ben saçma bir tiple karşılaşacağımı düşünürken karşıma güzeller güzeli bir kadın çıktı. Elleriyle röfleli saçlarını savurdu ve tokalaşmak için elini uzattı o güzel kadın. Vücudundaki dövmeler hemen dikkatimi çekmişti. Boyu aşağı yukarı 1.80-185 arasındaydı, sırf bu sebepten bile Türk olmadığı anlaşılıyordu. İran asıllı olduğunu öğrenince çok şaşırdım çünkü zümrüt yeşili gözleri vardı. Bence kesinlikle slav'dı. Sohbet ettik ve konu konuyu açtı. Uzun uzun konuştuk ve nihayetinde konu siyasete geldi. Biz o gün çok iyi dost olduk. Arkadaşımsa ikimizin uyumunu hayretle izliyordu. Halkların kardeşliğinden ve eşitlikten bahseden güzel kadınla böyle tanışmıştık. 



Gel zaman git zaman ben akşamları o mekana uğrar oldum. Her uğradığımda uzun uzun sohbet ediyorduk, birbirimizin sohbetinden keyif alıyorduk. O esnada gezi parkı olayları başlamıştı ve bir süre hiç yanına uğrayamamıştım. Polis parktan çekilince ortam sakinleşmişti ve ben de taksimden dönüp onu ziyaret etmeye gitmiştim. Beni görünce gözlerinin içi parladı. Aslında birbirimize aşık değildik, farklı bir şeydi bu. Birbirimize iyi geliyorduk. Yaşadığı semtte tanınan biriydi, çok güzeldi ve benimleydi. Herkes ona hayrandı, onu arzuluyordu ve o sadece bana bakıyordu. Daha önce de güzel kadınlarla birlikte olmuştum fakat o çok başkaydı. Onun ayrı bir zerafeti ve ağırlığı vardı. Bu sadece olgun kadınlara has bir şeydi. Gece boyu gezdik, yedik, içtik ve sohbet ettik. O gece onu hafta sonu gezi parkına götürmemi rica etti. Ben de ikiletmeden kabul ettim. Hafta sonu öğleden sonra gezi parkındaydık. Ona siperleri gezdirdim, yaşananları anlattım, oradaki bir çok kalıntının hikayesini anlattım. Hava karardıktan sonra bir kaç bira alıp parkta çimlerin üzerine oturduk. Tam karşıma oturup dirseklerini bacağıma yasladı. Gözlerimizi birbirimizden kaçıramıyorduk, her kelimede biraz daha yaklaşıyordu yüzlerimiz birbirine. Gidişat belliydi, o benim dudaklarıma bakıyordu, ben de onun dudaklarına. Böyle güzel bir seyir içindeyken birden genzimiz yanmaya başladı, beş altı saniye sonrada gözlerimiz yaşardı. Fakat ortada ne duman vardı ne de polis. Söylediklerine göre helikopterle nato tatbikat gazı atmışlar. Ben hemen kolundan tutup kalabalığın arasından çıkarttım onu. Ara yollardan geçip taksi çevirdim ve evine kadar bıraktım, gecemiz berbat olmuştu. Kapı önünde vedalaşırken tipik amerikan filmlerindeki o klasik sahneyi yaşadım. "Acaba beni kahve içmeye davet eder mi?" tutkusuyla yanıp tutuştuğum 10 saniyelik süreç hüsranla sonuçlandı. Aradan bir hafta geçti, biz görüşmeye hız kesmeden devam ettik ve bir akşam beni evine davet etti. Tabi onunla baş başa bir gece geçirecek olmanın heyecanıyla akşamı zor bekledim. Akşam oldu, evine gittim, kapısını çaldım. Olgun bir kadınla vakit geçirmek gerçekten apayrı bir deneyim sözlük. O gece hafif bir makyaj vardı yüzünde, giyinmeyiyse gerçekten çok iyi biliyordu. Abartı bir dekoltesi yoktu ama harika bir mini etekle kombine, doğal bir tarzı vardı. Evinde bile o kadar şık, giyimine o kadar dikkat gösteren bir kadındı. Kolay kolay heyecanlanmayan biri olarak ilk defa bir kadının karşısında o kadar heyecanlanmıştım. Fakat her şeye rağmen ona bunu asla hissettirmedim, ya da ben öyle zannettim. Buna gerçekten emin değilim. Beni mutfağa davet etti ve içki dolabını açtı. Dolabında envai çeşit içki vardı. Fazla düşünmeden "absolut içelim" dedim. Kesinlikle çok klas bir kadındı, her an ona duyduğum hayranlık biraz daha artıyordu. Sohbet ettik yine uzun uzun, aklımın bir köşesinde hep bir hamle planı vardı ama onu kaybetmek ve o anı berbat etmek istemiyordum. Gözlerinden beni arzuladığı belli oluyordu ama onun içten içe çıldırdığını bilmek bile benim için ayrı bir hazdı. O gece sadece sohbet edip evime döndüm. Bu durum aynı şekilde üç gece tekrar etti. Dördüncü gece yine sohbet ederken birden bire sessizliğe büründü, ne olduğunu sordum ama cevap vermedi. Birden bire başını göğsüme yasladı ve bana sarıldı. Omuzunu okşamaya başladım ve birden bire boynumu öptü. O an tam manasıyla alev aldım. Bir süre öyle birbirimize sarılarak oturduk. Yine aniden ayağa kalktı ve elimden tutarak "Gel!" dedi. Çaresizce peşinden sürüklenirken yatak odasına gittiğimizi farketmemle delicesine adrenalin salgılamam bir oldu. Bu hatırayı erotik hikayelerden ayırmak için o ayrıntılara girmiyorum ama tek cümleyle benzersiz bir deneyimdi. O arap çöllerinin sıcaklığına sahipti, bense kuzey kafkasya'nın sert ve soğuk iklimine. O yandıkça ben eriyordum, ben eridikçe o sönüyordu ve birbirimizi iyileştiriyorduk. Sabaha kadar aralıksız sürdü bu seramoni.



Ertesi gün beni öperek uyandırdı ve gitti. O gün mutlu bir gündü. Akşam tekrar yanına gittim. Toplum içinde normal arkadaş gibiydik, geceleriyse şehvetli bir çift. Bu aramızda gizli bir anlaşma gibi kendiliğinden şekillenen bir durumdu, kelimelere hiç dökmedik. Nasıl mutluysak öyle devam ettik. Bu böyle sürdü gitti ve kimse bilmedi. Onunla birlikte olmak bambaşkaydı, özgüvenimi ciddi derecede arttırıyordu. Akabinde de hep güzel gelişmelere vesile oldu ve hayatımda beni güçlü kılan yaşanmışlıklar arasında ömürlük bir yer sahibi oldu. Bütün aksilikler ve dertler üst üste gelmişken, omuzlarımda derman bitmişken beni mutlu etti ve tekrar ayağa kaldırdı. İstanbul'u terkedene kadar ilişkimiz aynı şekilde devam etti. İstanbul'dan ayrıldıktan sonra beni hiç aramadı, ben aradığımdaysa telefonu açmadı. Israrcı biri değilimdir o yüzden ben de daha fazla aramadım. Sonuç olarak görüşmek istese numaramı biliyordu ve beni arayabilirdi. Aylar sonra facebook'da evlilik fotoğraflarını gördüm. Mutlu gözüküyordu ve bu beni mutlu etti. Hiç bir şey yazmadım çünkü o artık evli biriydi. Aradan bir ay geçmişti ve ben bunları tam unutmuştum ki telefonuma gelen mesajla mutluluk ve şaşkınlığı bir arada yaşadım. Mesajda "İçimdeki duygusal kişiliği ortaya çıkarttığın için çok teşekkür ederim." yazıyordu, ben de "Senin için hayatı biraz olsun güzelleştirebildiysem ne mutlu bana, çünkü sen benim için hayatı güzelleştirdin. Ben teşekkür ederim." yazdım. Sonra mesajları ve bütün yazışmalarımızı imha ettim. Akabindeyse hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik fakat bu güzel hatıra zihinlerimizde yaşamaya devam etti.




13 Mayıs 2014 Salı

Tyrion Lannister


Game of thrones dizisinde kendime en yakın gördüğüm karakter. Benziyoruz bu keratayla birbirimize. 

İkimizde bizden nefret eden bir babaya sahibiz mesela. İkimizde hayata 3-0 geriden başladık. İkimizde eğlenmeyi, içmeyi ve seks yapmayı seviyoruz ve kadınları eğlendirebilme kabiliyetine sahibiz. İkimizde bizden güçlü ve bizden geniş imkanlara sahip düşmanlar ediniyoruz. İkimiz de asla pes etmiyoruz. İkimiz de ilmi siyaseti seviyoruz ve plancıyız. İkimizinde en büyük gücü şeytani yönümüz. İkimiz de ne kadar şeytani olursak olalım sevgiye ihtiyaç duyuyoruz ve şefkat görünce iyi bir insan haline geliyoruz. İkimiz de liderlik edeceğimiz zaman liderliğin yarattığı egodan ziyade liderliğin yarattığı sorumluluğu taşıyoruz. İkimiz de konuşarak insanları ikna edebiliyor ve gerektiğinde gaza getirebiliyoruz. İkimiz de yalnızlığı seviyoruz. İkimizde kalabalık arkadaş çevresi yerine sayılı ve güvenilir dostları tercih ediyoruz. İkimiz de adalete önem veriyoruz ve ikimiz de hayatımızdaki kadınları sahiplenip koruyoruz... 

Bunun dışında benzemeyen yönlerimiz de var tabi. O doğarken annesini öldürmüş, ben doğarken annem ölümden dönmüş. O sarışın, ben değilim. O cüce, ben 1.85 boyundayım ve iri yapılıyım. Eğer dizide ölürse çok üzülürüm fakat birbirimize benzediğimize göre o bir şekilde hayatta kalmayı başaracaktır.



5 Mayıs 2014 Pazartesi

Kediyle Uyumak

İnsanın daha soğuk kanlı olmasını sağlar. Bir süre sonra insan uyku esnasında yaşayabileceği her türlü aksiyona karşı soğuk kanlı hale geliyor.

- Uyku esnasında aniden üstüne bir şey zıplasa korkmazsın. (Bu o hergelelerin fantezisi.)

- Gece su içmek için veya tuvalete gitmek için uyandığında sana bakan fosforlu gözlerden korkup eüzü besmele çekmezsin. (Bunu da masuz yapıyor şerefsizler.)

- Gece büyük bir patırtıyla bir şeyler devrildiğinde "kedidir kedi" diyerek uyumaya devam edebilirsin.

- Sabah esneyerek uyanırken ağzının içine kafasını sokmaya çalışan bir tüy yumağı farkedince kalp krizi geçirmezsin. (Hatta burada tokat atarsın, hakeder piç.)

- Gece evin içinde gezerken aniden bir şey ayağına dokunduğunda "Olum bi siktir git gece gece" diyebilirsin. (Korku filmi gibi şerefsizler.)

Fakat bunlara alışana kadar korku dolu dakikalar sizi bekliyordur. Üzülmeyin, zamanla alışıyor insan.


Kaybedileceği Neredeyse Kesin Mücadeleyi Sürdürmek




Her savaşa kazanmak için girilmez. Bazen de boyun eğmemek için savaşırsın... Çünkü aynaya onurla bakabilmek istiyorsundur, çünkü konuştuğun zaman karşındakinin kalbini titretebilmek istiyorsundur, çünkü akşam yattığında vicdanın rahat olsun istiyorsundur, çünkü karakterini üç kuruşluk çıkarlar uğruna çiğnememek istiyorsundur, çünkü inandığın doğruları savunabilme mertliğini gösterebilmek istiyorsundur, çünkü yanlışa yanlış diyebilecek kudrete sahip olmak istiyorsundur...

Soru güzel ama başka bir soru daha sorayım; Kaybetmek nedir? Mücadeleyi kaybetmek gerçekten ama gerçek anlamda kaybetmek anlamına mı gelir? Kaybetmek o değildir bence... Kaybetmek koyun olmaktır, kaybetmek silik kalmaktır, kaybetmek kendi görüşlerine sahip olamamaktır, kaybetmek kendi fikirlerine sahip olmak yerine başkalarının fikirlerine teslim olmaktır, kaybetmek tutsak olmaktır... Şunu da unutmamak gerekir; Bir mücadele kaybedildi diye savaş kaybedilmez...

4 Mayıs 2014 Pazar

Kadınlar




Komplike bir düşünce yapısına sahip varlıklardır. Mesela biz erkekler masadaki bir bardak suyu alır içeriz. Kadınlarsa önce düşünür; bu bardağı alırsam şu ne düşünür, kaba gözükmemek için nasıl içsem, hangi elimle alsam, şöyle içersem daha estetik olur v.s. v.s. Bu bazı zamanlar avantajken bazı zamanlar da dezavantajdır. İşin içinden çıkamadığınız karmaşık bir durumda bir kadına akıl danışırsanız size öyle bir çözümler ki şaşar kalırsınız fakat bazen de basit bir işi aşırı detaycılıktan dolayı yapamazlar. Ayrıca kadınlar iyi birer de tiyatrocudur, duygularını istediklerinde çok iyi gizlerler. Mesela sen onu aşk acısı çekmiyor zannedersin ama o içten içten öyle bir çürüyordur ki bilsen sen kendi acını bırakır ona üzülürsün. Hisleri çok kuvvetlidir, aldatılınca anında hissederler. Anladıkları andan itibarense delil aramaya başlar ki bu çok tehlikeli bir sürecin başlangıcıdır. Ayrıntıdaki şeytanı keşfetmekte üstlerine yoktur. Detaylı planlar yapıp uygulayabilirler ve bu planlar çok tehlikeli olabilir. İlişki konusunda içgüdüsel olarak eğitimlidir hepsi. Mesela aptal ve güzel bir kadını kolay zannederler de onu yatağa atmaya çalışırlar ya, aslında en büyük tuzağa düşmüşlerdir. 


 En büyük zaafları şefkattir. En büyük zaafları çünkü en çok şefkate ihtiyaç duyarlar. Çiçek , hediye veya haftasonu gezmeleri konusundaki takıntıları aslında o içlerinde gizli olan küçük kız çocuğunun dışa vurumudur. Bir kadın kaç yaşına gelirse gelsin içinde hep küçük bir kız çocuğu vardır. İster katı ve soğuk dursun, ister ulaşılmaz olsun içindeki o küçük kız çocuğu hep yaşar ve onun şefkate, şımartılmaya ihtiyacı vardır. 



Bir kadının erkeğe ihtiyacı vardır, istediği kadar feminist olsun. Kadın elbette bir erkek olmadan kendi ayakları üstünde durabilir ve bütün ihtiyaçlarını karşılayabilir. Kadının güçlü duran bir erkeğe ihtiyacı vardır çünkü içten içe o güven duygusu onun mutlu olmasını sağlar. Biraz erkeğin gölgesini hissetmek ve bazı işleri ona kitlemek bir kadına kendi kadınlığını hissettirir. Sadece seks değildir bir kadına kendini kadın hissettiren, aynı zamanda güvenebileceği bir erkeğin hayatını kolaylaştırmasıdır. Eğer bir kadının içindeki çocuğu sevindirirken dışındaki kadını da mutlu etmeyi başarırsa bir erkek o kadın onu vezir edecektir, kadınların öyle mistik bir gücü de vardır. Şayet bir kadında yeterince sevgi ve mutluluk biriktirirse bir erkek, kadında ona sihrini yapar ve o erkeği başarılı kılar. Tahmin dahi edemeyeceği yerlere ulaştırır. Kadın bu dünyayı daha yaşanabilir bir hale getiren, hayata estetik katan, sevgiyi en güzel yansıtan varlıktır. kadının yeterli değeri gördüğü toplumların gelişmişlik düzeyi de bunun en güzel örneğidir. Kadının kıymetini bilmeliyiz, onlar olduğu sürece yeryüzü güzel bir yer...




Bir Kadının Gözyaşlarına Dokunmak



Ağlamak genel olarak hüznü çağrıştırsada kadınlar sadece hüzünlendiği zaman ağlamaz. Kadınlar duygularını çok yoğun yaşadıkları için genel olarak ağlamaya meyillidirler. Bunu eleştirmek babında söylemiyorum. Kadınlar bir çok konuda torpilli yaratılmıştır bence. Duyguları yoğun yaşadıkları için sevinçleri, mutlulukları ve neşeleri daha çoşkuludur. Aşkı ve tutkuyu derinlemesine yaşarlar. Sekste erkeklerden daha fazla haz alırlar. Bunun gibi bir çok konuda torpillidir kadınlar. 


Bir kadın sizin için ağlayabilir. Onu üzdüğünüz veya canını yaktığınız için değil, tutkudan, anlık duygusallıktan, ihtirastan veya kıskançlıktan. İşte bu insana bambaşka bir haz veriyor. Bu bambaşka bir duygu... Hastalıklı bir durum mu bilmiyorum ve ağlatmak için özel bir çaba harcamıyorum ama o an beni benden alıyor. O an karşımdaki kadına sarılmak ve o yoğun duyguların en azından yarısını hissetmek istiyorum ama o yoğunluğu bir türlü kendi bünyeme sığdıramıyorum. Sadece bana yansıyan hazla yetiniyorum. O bile bana ruhsal bir orgazm yaşatmaya yetiyor. 
Sihirlidir kadınlar, bir anda hayatınızın akışını değiştirebilirler. Hatta bunu o kadar kolay yaparlar ki güçleri karşısında onlara saygı duymaktan başka bir şey gelmez elinizden. Güç sadece fiziksel güçle sınırlı değildir. Kadınlar yoğun duygulara uyum sağlayabilecek şekilde yaratılmıştır. Aynı yoğunluğa sahip olmaya çalışırsanız veya kendinizi o yoğunluğa kaptırırsanız zehirlenir ve allak bullak olursunuz. Duracağınız yeri iyi ayarlamalısınız. Zehir bazen panzehir de olabilir, istifade etmeyi bilmek gerek. O tılsımdan faydalanabilmek için gerekli koşulları yaratmak gerek. Kadınları sadece haz veren birer beden olarak görmek büyük bir kayıptır. Kadınlar bünyelerinde bir çok haz barındırır fakat bunların çoğu bedensel değildir.

2 Mayıs 2014 Cuma

Patlama

Bir patlama nasıl oluşur biliyor musunuz? Patlama sıkışmayla oluşur. Bu çok net bir  fizik kuralıdır. Sıkışan şey patlar. Bütün güçlü patlayıcılar bu basit mantıkla çalışır. En güçlü patlamalar en büyük sıkışmalar neticesinde gerçekleşir. Sıkışmanın kapsamını genişlettikçe patlamanın da şiddeti artar. Maddeyi atomlarına kadar sıkıştırırsanız o da buna şiddetli bir patlamayla karşılık verir. Bir maddenin alanını ne kadar daraltmaya çalışırsanız o alanını genişletmek için o kadar şiddetli bir cevap verir. Siz ne kadar güçlü sıkıştırırsanız sıkıştırın sıkışan her zaman daha güçlü karşılık verecektir. Var olan hiç bir şey yok olmak istemez. Madde de buna dahildir. Maddenin patlaması aslında yaşadığı sıkışmaya karşılık öfkeli bir varoluş çabasıdır. Bunun için maddeyi suçlayamayız, o vardır ve var olacaktır. 


Peki insan sıkışmaya maruz kalırsa ne olur? Bir insanın bütün varlığıyla sıkıştığını düşünün... Belki bir yere kadar bunu kabullenir ama ya sıkışmanın dozajı sürekli artıyorsa? Bütün varlığı ve ruhu sürekli sıkıştırılıyorsa? Daha fazla, daha sert ve daha şiddetli bir sıkışmaya maruz kalıyorsa? O zaman ne olur? İlk başta biraz canı yanar. Daha sonra bu acı katlanılmaz boyutlara ulaşır. Yaşadığı acı neticesinde öfkelenmeye başlar. Öfke ona direnç sağlar. Fakat baskı sürekli artıyordur ve gücü azalıyordur. Bir süre sonra acı da azalmaya başlar. İşte orası doruk noktasıdır çünkü yaşanabilecek acının sınırı aşılmıştır. Öfke yerini dirayete bırakır ve insan hissizleşir. Bunlar yaşanırken sıkışmanın şiddeti asla azalmıyor, aksine artıyordur. Artan sıkışma neticesinde de patlama meydana gelir. Bu ruhsal patlama çok daha tehlikeli bir patlayıcı türüdür. Ruhsal patlama bir kez gerçekleşti mi ruhun enerjisi asla tükenmez. O ruh o bedende kaldığı sürece aynı enerjiyle varlığını sürdürür. O denli büyük bir enerjinin karşısında durabilecek pek fazla şey yoktur. O misyonunu tamamlayana kadar durmayacaktır. Patlamalar başka patlamaları tetikleyecektir ve o yok edici enerji daha da güçlenecektir. Çünkü var olan her şey varlığını sürdürmek ister. Bir şeyi sıkıştırmak onu yok etmeye çalışmaktır. Var olan hiç bir şey yok olmaz, varlığını sürdürebilmek için patlar ve varlığını daha güçlü bir enerjiyle sürdürmeye başlar...


 

30 Nisan 2014 Çarşamba

Özgürlük ve Özgür Olmak


İradende, görüşlerinde, tercih ve kararlarında herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmaman da denebilir yavan bir şekilde. Özgür olmak ne kadar hoş bir duygu değil mi? Değil... Biz özgür insanlar değiliz çünkü! Günümüz ekonomik koşulları, kapitalist sistem v.s. sıkıcı konulara girmeyeceğim zira hepimiz bu gerçeklerin o kadar farkındayız ki artık gerçekten bu gerçeklerden sıkıldık. Benim kastettiğim esaret daha ruhsal bir esaret. Bu öyle Bir mahkumiyet ki mahkum kendi kendisini zincirler. Bu öyle bir mahkumiyet ki anahtarı da biziz, hücre de biziz...


Şöyle dönüp kendimize baktığımızda gerçekten özgür müyüz? İstediğimiz kişiyle seks yapabiliriz, istediğimiz içkiyi içebiliriz, istediğimiz mekanda eğleniriz, istediğimiz insanla arkadaş oluruz, istediğimiz konulardan konuşur, istediğimiz gibi giyiniriz, kısacası istediğimiz hayatı yaşarız. Peki ya yanılıyorsak? Peki ya kendimizi kandırıyorsak? Aslında tam olarak yaptığımız bu. Biz kendimizi kandırıyoruz...

Şöyle geriye dönüp baktığımızda hal ve hareketlerimizde insan ve toplum manipülasyonlarının ne derece etkili olduğunu görmek bize büyük bir farkındalık yaratacaktır. Size en basitinden iki insan profili çıkartayım; birincisi tamamen popülerliğin tesirinde kalmış, çeşitli sosyal mecralarda ne kadar harika bir insan olduğunu, ne kadar mutlu ve güzel bir hayatı olduğunu vurgulamaya çalışan insan tipi. Mutlu gözükmek ona kendini mutlu hissettirir. Mutlu olmaktan ziyade mutlu gözükme çabası onu o kadar etkiler ki insanların olumsuz tepkisi onu intihara dahi sürükleyebilir. İkincisiyse tamamen toplum normlarının dışında tavırlar sergileyerek marjinal olmaya çalışır. Her şeyin aksini yapar ama bunu normların dışına çıkmış olmak için yapar. Kendine özgü olmak isterken kendinden uzaklaşır ve kaybolur. Bu iki tip arasındaki ortak noktaysa kendini özel hissetme ihtiyacıdır. Bu öyle tehlikeli bir bağımlılıktır ki bir kere tesirinde kaldıysanız kurtulmanız çok ama çok zor olacaktır. Bu insanlar zamanla kendi kendilerinin kölesi olurlar ama ana etken kendileri oldukları için bunu çözümlemeleri çok zordur, dışarıdan gelen uyarılara da zaten kulak asmazlar. Kendi kendilerini acımasızca tüketirler. Özel olmak isterken aslında acınası bir basitliğe mahkum olurlar.



Peki birinin özgür olduğunu nasıl anlarız? Özgür insan olduğu gibi gözükmekten korkmayan insandır. İyisiyle kötüsüyle kendisini tanıyor ve bunu kabulleniyordur. Çirkinse çirkin, aptalsa aptal, beceriksizse beceriksiz v.s. v.s. Ne farkeder ki? O özgürdür. Zengin veya yoksul olmak bunu değiştirmez. Bu içindedir, derinlerde... Birini seviyorsa bunu söylemekten gocunmaz çünkü o özgürdür. Egosu ona engel olmaz çünkü özgürdür. Reddedilince yıkılmayacaktır çünkü o hiç bir tescile ihtiyaç duymuyordur, o özgürdür. Oysa egosunun kölesi olan bir insan asla sevdiğini söyleyemez. Hislerini dile getirememekten kaynaklanan sorunlarla başa çıkabilmek için dolaylı anlatımlara sığınır. Dolaylı anlatımların ucu her zaman açıktır. O asla reddedilmeyecektir çünkü beklediği tepkiyi görmezse karşı tarafa bir yanlış anlaşılma olduğunu iddia edip kendisini rahatlatacaktır. Hayat boyu sevgiden mahrum kalmanın acısıysa reddedilmenin acısından fazladır. Dostlukları yavandır bunların. Arkadaş ortamlarında da kesinlikle kendileri değillerdir. Dolayısıyla da arkadaşları hep bu tip insanlar olacaktır. Dostluk adına toplandıklarında birbirlerine oskarlık oyunculuklar sergileyip gizli bir güç savaşına girecekler, sonra da yalnızlıklarına lanet edeceklerdir. Sevmedikleri işlerden kazandıkları paralarla gösteriş yapacak, güçlü olduklarını zannedecekler. Oysa özgür insan bir başka yaşar hayatı. Rüzgarı hisseder, güneşi hisseder, kuşların cıvıltılarını, çocukların kahkahalarını... Özgür insanın ılık ve mağrur bir tebessümü vardır. Yüzünüze gülünce kalbinizde mayhoş bir uyuşma, içinizde garip bir sıcaklık oluşur. Özgür insan size dokununca onun ruhu kalbinize değer. Özgür olmalı insan. Belki biraz yalnız ama sevilen. Belki biraz mağrur ama gururlu. Öfkesi de sevgisi de gerçektir. Egonun yarattığı hırçınlıktan muhaftır özgür insan. Her insan özgür olsa keşke ama özgürlük için savaşmak gerekir.


fsdfsd


25 Nisan 2014 Cuma

Tayyip Erdoğan Lsd Kullansa Olabilecekler

Çok ilginç diyaloglar yaşanırdı. Farz-ı misal dış mihraklar veya lobiler Tayyip Erdoğan'ın çayına lsd karıştırdı. O esnada yanında Ahmet Davutoğlu var. Tam da önemli toplantıların yapılacağı bir güne denk gelmiş olsun bu olay. Bak sen o zaman komediye;

Ahmet Davutoğlu dış politikadan bahsederken bir an başbakandaki değişikliği farkeder:

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim iyi misiniz?

Tayyip Erdoğan:
- Hiç bu kadar iyi olmamıştım! Mutlu'ya söyle polisimizi güçlendirsin. Muammer'in Saruman'dan aldığı formül tez uygulansın. Yarın hepsini birer uruk-hai olarak görmek istiyorum. Artık çevvik kuvvet değil, Urukkuvvet olacak. Tomaları da satın. Artık dev kurtlara binecekler. Kurtlar daha caydırıcı olacaktır.

Ahmet Favutoğlu:
- efendim ne diyorsunuz?

Tayyip Erdoğan:
- Güçlü polis güçlü Türkiye diyorum, pardon Osmanlı diyorum.

O esnada başbakanlık sekreteri içeri girer ve:

Başbakanlık sekreteri:
- Efendim ABD başkanı Barack Obama, ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton ve Nato genel sekreteri Rasmussen gelmek üzereler. Karşılama için alana gitmemiz gerekiyor. Bütün hazırlıklar tamam, talimatınızı bekliyoruz.

Tayyip Erdoğan:
- Gelsinler. Ben de onları bekliyordum. Padişahlarına hürmetlerini sunmak için geç bile kaldılar.

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim neler söylüyorsunuz?

Tayyip Erdoğan:
- Artık orta dünyanın hakimiyiz Ahmet! Hepsi gelecek teker teker önüme dizilecek!

Ahmet Davutoğlu:
- Orta doğu demek istediniz sanırım.

Tayyip Erdoğan:
- Ayrıntılara çok takılıyorsun Ahmet! Ben ne diyorsam doğrudur! Ben bilirim, çok iyi bilirim. Doğunun ne demek olduğunu bilirim ve çok iyi bilirim! Bunu bil...

Ahmet Davutoğlu:
- Peki efendim.

O esnada Barack Obama, ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton ve Nato genel sekreteri Rasmussen öfkeyle içeri girerler:

Barack Obama:
- Umarım bu saygısızlığın mantıklı bir açıklaması vardır Tayyip!

Tayyip Erdoğan:
- Bir ülkeyi kara günlerinde omuzlarında taşıyarak bu ak günlere erdiren bir liderle nasıl konuşuyorsunuz? Halkının %50'sinin oyunu alan bir lidere nasıl sesinizi yükseltirsiniz ulen!

Barack Obama:
- Sen kiminle konuştuğunu zannediyorsun!

Tayyip Erdoğan:
- Çıkın gidin buradan. Döverim seni. Hepinizi döverim ulen!

Barack Obama:
- Biz çok gördük senin gibi liderleri. Hepsi teker teker devrildiler. (Obama yanındakilere dönerek) Gidelim arkadaşlar. Seninle görüşeceğiz Tayyip...

Tayyip Erdoğan:
- Tankla, topla falan beklerim. Uçakla, ağır sanayi hamlenizle falan...

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim ne yaptınız? Başımız büyük derde girdi.

Tayyip Erdoğan:
- Ben ne yaptığımı biliyorum, çok iyi biliyorum. Aynı zamanda derdin ne olduğunu bilirim ve çok iyi bilirim! Sen bunlara kafanı takma. Esed'e de ferman gönder. Tez vakitte Suriye'yi bize teslim etmezse bir gece ansızın Kahire 82, Şam 83, Bağdat 84, Mekke 85, Medine 86... Orduyu da hazırlasınlar, sefere gidiyoruz...

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim n...ne...ne oluyor? Hem bu Suriye dışında Mısır, Suudi Arabistan ve Irak'la da savaşmamız anlamına gelir!

Tayyip Erdoğan:
- Biliyorum, çok iyi biliyorum. Savaşmanın ne demek olduğunu bilirim, çok iyi bilirim.

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim lütfen böyle bir şey yapmayalm bakın...(Tayyip Erdoğan sözünü keser)

Tayyip Erdoğan:
- Emirlerime karşı mı geliyorsun? Tez kelleni vurdururum Ahmet! Kendine gel!

Ahmet Davutoğlu:
- Peki efendim. (Oradan ayrılırken) Allah'ım sen yardım et yarabbim. Ortalık çok karışacak, çok...

Ertesi gün gazete manşetleri:

Guardıan:
-türkler çıldırmış olmalı!

New york tımes:
- üçüncü dünya savaşı!

Fınancıal tımes:
- para pul oldu!

Le monde:
- ne oluyor lan!

La stampa:
- işte bu bittiğimizin resmidir!

El mundo:
- hassiktir amk!

Epoka e re:
- olum siz manyak mısınız!

El cezire:
- Allahu ekber!

Chunıchı şimbun:
- ülke olarak kenetlenmeliyiz!

Habetürk:
- penguenlerin çiftleşme mevsimi geldi.

Hürriyet:
- Madonna amerikan ordusuna moral vermek için düzenlediği konserde firikik verdi. 

Akit:
cihada ey müslümanlar! fakat bi dakka! müslümanlara saldırmışız lan! 

Akabinde gelişen olaylar:
Türkiye aynı anda Suriye'ye, Mısır'a, Suudi arabistan'a ve Irak'a saldırır. İran fırsattan istifade İsrail'e saldırır. Kuzey Kore dayanamaz ve o da Güney Kore'ye saldırır. Japonya son dönemde büyük gelişme gösteren Çin'in ilerlemesini önlemek ister ve Şenkaku takımadalarını bahane ederek savaş ilan eder. Savaşta Japonya'nın filmlerde gördüğümüz kalitede robotlar kullanması dünyayı hayrete düşürür. Rusya, Çeçenistan başta olmak üzere ayaklanan Kuzey Kafkasya ülkelerine saldırmaya başlar. Akabinde Amerika'da kendini birine saldırmak zorunda hisseder. Bu tabi ki eski düşman Rusya olur. Rusya'nın halkına soykırım uyguladığını söyler ve Rusya'ya saldırır. Azerbeycan hiç zaman kaybetmeden Ermenistan'a saldırır. Yunanistan ekonomik olarak tamamen sıfırı bulur ve "Savaşı kazanana Yunanistan hediye! Sadece Yunanistan mı? Hayır! Yanında Yunanistan'la beraber iflas eden Kıbrıs Rum kesimi de cabası. İyi olan kazansın." sloganıyla propaganda faaliyetlerine başlar. Gökyüzü kızıla dönmüştür. Dünyaya acı, kan ve gözyaşı hakimdir...

Aradan 48 saat geçmiştir ve Tayyip Erdoğan lsd'nin etkisinden arınmıştır. Ahmet Davutoğlu yanında gözyaşları içinde dua ediyordur.

Tayyip Erdoğan:
- Ahmet ne oldu? Neden ağlıyorsun?

Ahmet Davutoğlu:
- Efendim 3. dünya savaşı çıktı! Suriye, Mısır, Suudi arabistan ve Irak'la savaştayız. Nato'dan atıldık. Amerika ile diplomatik ilişkilerimiz bitti...

Tayyip Erdoğan:
- Ne içirdiniz lan bana! Abdullah nerede? O ne yapıyor?

Ahmet Davutoğlu:
- Basın toplantısı düzenledi. Demokrasinin sadece seçimden ibaret olmadığını, iyi niyetli mesajların alındığını söyledi ve illegal örgütlere karşı da sağduyu çağrısı yaptı. 

Tayyip Erdoğan:
- Hayıııır! Bu bir kabus olmalı! Uyanırım herhalde birazdan. Hep gezi eylemleri yüzünden böyle oluyor. Hemen bana Obama'yla bir görüşme ayarla!

Ahmet Davutoğlu:
- Yapamam... Onu makamınızdan kovdunuz, hatırlamıyor musunuz?

Tayyip Erdoğan:
- Hasssiktirrrrr... Nasıl olur? 

Ahmet Davutoğlu:
- Eee sonra da " Bir gece ansızın Kahire 82, Şam 83, Bağdat 84, Mekke 85, Medine 86" dediniz. Biz de Suriye, Mısır, Suudi Arabistan ve Irak'la savaşa girdik. Tabi akabinde çarşı karıştı ve 3. dünya savaşı çıktı.

Tayyip Erdoğan:
- çarşı deme bana!

Ahmet Davutoğlu'nun telefonu çalar. Arayan faiz lobisidir:

Faiz Lobisi:
- Başbakanla görüşmemiz mümkün mü? Söyleyeceğimiz çok önemli şeyler var.

Ahmet Davutoğlu:
- Tabi ki görüşebilirsiniz, zaten yarına çıkacağımız belli değil. Bari bugün herkes dilediğiyle konuşsun. Telefonu başbakana veriyorum.

Tayyip Erdoğan:
- Sizi dinliyorum.

Faiz Lobisi:
- Tayyip bey biz sizden çok özür diliyoruz! Gerçi bu saatten sonra bir önemi kalmadı belki ama bunu size söylemek zorundayız.

Tayyip Erdoğan:
- Buyrun söyleyin.

Faiz Lobisi:
- Son zamanlarda bizimle çok uğraşıyordunuz. Biz de ajanlarımız vesilesiyle size iyi bir ders vermek için çayınıza lsd karıştırdık. Amacımız bizimle baş edemeyeceğinizi göstermekti fakat her şey kontrolden çıktı. Dünya olarak komple battık. Biz özür diliyoruz. Keşke lsd yerine daha hafif bir uyuşturucu kullansaydık. 

Tayyip Erdoğan:
- ne diyeyim allah belanızı versin.

Faiz Lobisi:
- Verdi efendim verdi. Allah hepimizin belasını verdi...

--------- --- --------- the end --------- --- ---------

23 Nisan 2014 Çarşamba

illuminati








illuminati bir yanılsamadır, insanları oyalamak ve asıl olanı gizlemek için yansıtılan bir hologramdır. Dünyada piramit sembolünü kullanan çok daha güçlü örgütler var. Bu örgütler birbirinden ayrı örgütler olmasına rağmen birbirini korurlar çünkü amaçları aynıdır. Bu örgütler evrenin sırrını çözmeye çalışır ve aydınlanırlar. Reenkarne kontrollerini sağlayarak kendi devamlılıklarını sağlamaya, giderek daha fazla aydınlanmaya ve daha güçlü olmaya çalışırlar. Tanrının sırlarına erişmeye ve ona yaklaşmaya çalışırlar. Bir diğer amaçları da önümüzdeki 300 yıllık süreçte yeni dünya düzenini kurmak. Tek dünya devleti de denebilir buna. Açıkçası bunun önüne geçebilecek bir güç olduğunu zannetmiyorum çünkü gerçekten aydınlanmışlar ve bir çok şeyi biliyorlar. Umrumda mı? Kesinlikle umrumda değil... İnsanların %90'ı birbirini yerken %10'u tek vücut olabiliyorsa o %90'ın bir anlamı kalmaz ve o %90'lık kesimin başına gelenler yüzünden şikayet etmeye hakkı yoktur... O %10'luk kesim onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Ayrıca şu "rockefeller" saçmalığını da artık bir kenara bırakalım lütfen... Rockefeller ailesi her burjuva gibi daha fazla para kazanmak için elinden geleni yapan insanlar. Bahsettiğim örgütlerin gücü sadece paradan gelmiyor. Yani Zeitgeist belgeselini izleyen herkes aydınlanıyor amk... Zeitgeist belgeseli büyük bir dolandırıcılığın bir parçasıdır. Belgesel boyunca "Tanrının parası yok ehehehee" tarzı söylemlerde bulunarak dalga geçerken belgeselin sonunda para bağışı istiyorlar. Bu ne biliyor musunuz dostlar? Bunun adı ters köşe... Belgesel boyunca sizi zeki, uyanık, gerçeklerin farkına varan biri olarak hissettiriyor. Amacı da bu zaten. İyice kabaran egonuz aslında sizin gerçeği görmenizi engelliyor. Egoyu yenmeden bilginin aydınlığı zihne zuhur etmez... Zeitgeist belgesli sayesinde zengin olanları da bir araştırmak gerek... Rockefeller ve diğerleri birer piyon. Şahı görürseniz zaten oyun biter. Para sahibi olmak aynı zamanda güç sahibi olmak anlamına gelmez. Para bir güçtür fakat en büyük güç bilgidir...







Her yerde neden piramit sembolünün kullanıldığını da açıklayayım. Piramit ve üçgen önemli bir semboldür. Piramit yoğun enerji akışı sağlayan bir yapıdır. Doğadaki bir çok tepkime piramit şeklinde cereyan eder.  Bu durumu sadece mısır mitolojisi olarak ele almak yüzeysellikten başka bir şey değildir. Piramitlerin yapılışı hala büyük bir muammadır. Davut yıldızı diye tabir edilen, kimisinin de Sion yıldızı dediği o önemli sembol de iki üçgenin arka arkaya geçişinden meydana gelmiştir. İsrail bayrağında yer aldığı için İsrail'e has bir sembol zanneden insanlara bir şey anlatmak zaten imkansız. Yahudi'ler kendilerini tanrının halkı olarak gördükleri için davut yıldızı sembolünü kullanırlar. Osmanlı'dan kalma bir çok yapıtta da davut yıldızı vardır. İstiklal caddesinde yürürken kafanızı kaldırıp o eski evlerdeki sembollere dikkat ederseniz gözünüze çarpacaktır. Konunun aslını bilmeyen yobaz arkadaşlarımız her gördüğü davut yıldızını Yuhidi'lere atfederek onların dünyayı yönettiğini zannederler. Dünya tek bir dinin, tek bir milletin, tek bir ırkın hegemonyası altına giremeyecek bir hiyerarşidir. Yani üçgen ve piramit Mısır'lılara, davut yıldızı Yahudilere has semboller değildir. Bu semboller gücü, enerjiyi ve enerji akışını sembolize eder...

21 Nisan 2014 Pazartesi

İç Ses İle Tartışmak



ben: 

- Hani beni yanıltmazdın! Senin yüzümden hayatım kayacak amk!

iç ses:
- Rahat oool. Her şey yoluna girecek göreceksiiiin. Biraz zamaaan...

ben:
- Nasıl rahat olayım lan! Nasıııl!!! Bombok gitmeye başladı her şey! 4 yıl öncesine dönemem. çok yol katettim, baştan başlayamam!

iç ses:
- Hissetmiyor musun? Her şey iyi olacak hissetmiyor musun? Doğruyu söyle.

ben:
- Olum yaşadıklarıma mı inanacağım, hissettiklerime mi? Yıllardır var o "Her şey daha iyi olacak" hissi.

iç ses:
- Her şey daha iyiye gitmiyor mu? 

ben: 
- Bak canım; biz bu denizde bir tekneyiz. Okyanusa açılabilecek bir gemi olmadık henüz. Ağır bir fırtına bizi kıyıda bile batırabilir. Ben tedbirli olmak zorundayım!

iç ses:
- Zorluklar bizi başarıya ulaştıracak. O gemi elbet okyanusa açılacak, dev dalgalara meydan okuyacak. Biraz sakin ol. Kendini yıpratıyorsun...

ben:
- Yıprandım lan zaten yıpranacağım kadar! Bıktım bu zorluk muhabbetinden de. Başlatma bana zorluğundan. Çocukluğumdan beri bıktım "Her şey iyi olacak" muhabbetinden. Olacaksa olsun artık! Olacaksa olsun! Yoksa çok kötü olacak! Ben kötü biri olacağım bu gidişle!

iç ses:
- Sen iyi birisin. İyi kalmalısın. Bir anda değişir her şey, ansızın... 

ben:
- Bisiktirol git gözünü seveyim, umut verme bana! Ne olacak yani? ne olabilir? Gizemli bir yetenek avcısı kolumdan tutup "Beyefendi sizdeki müthiş potansiyeli keşfettik. O potansiyeli ortaya çıkartmak için size yardım edeceğiz." mi diyecek? Hani Japonya'ya gidecektik? Hani İstanbul'a gelince o büyük aşk mutlu sonla bitecekti? Hani bu şirkette artık zirve yapacaktım ve önüm açılacaktı? Tamam işler çok iyi gidiyordu ama ayağımı kaydırdılar. Şimdi sessiz sessiz köşeme çekildim. Memur oldum amk... Hani romanım yok satacaktı? Bir türlü devam edemiyorum yazmaya... Bütün karakterleri, algoritması, olay akışı belli olan taslağa elim değmiyor... Bin bir hevesle çalışmaya başladığım şirket her gün yaşam enerjimi emiyor ve akşamları bir posa olarak eve dönüyorum. Onca çevre yaptım, yeni iş kolları açacak bir sürü bağlantı yaptım, efsane iş görüşmeleri yaptım ama hepsi bir bir çöktü. Hem de sudan sebeplerle. Bir hatam olsa anlayacağım ama bildiğin eften püften sebepler.... Hani bu yaz şeytanın bacağını kıracaktık? Ekim ayına geldik amk...

iç ses:
- Yapma böyle...

ben: 
- Ne yapması lan! Neyi yapma! Sıçtık olum, sıçtık... Hayal kırıklığı... Hani kardeşimde gelecekti İstanbul'a? Hani onu da alacaktım yanıma? Hani onunla sırt sırta verecektim ve ortalığı toz duman edecektik... Çocuğa umut vermeye yüzüm kalmadı lan!

iç ses:
- Olacak, hepsi olacak. Her şey çok güzel olacak!

ben:
- Nah güzel olacak... Ben sınırdayım olum. Ben plan yaparım ve o plan işler... İşlemiyor lan artık, işlemiyor... Kafam çalışmıyor artık. Yanlış insanlara güvenip yanlış yerlere umut bağladım. Son dönemim bir sürü aptallıklar silsilesinden başka bir şey değil...

iç ses:
- Sen iyi niyet...

ben:
- Kes sesini lan! Ne iyi niyeti. Sokayım iyi niyete, ne iyi niyeti? Aptallığın adı ne zaman iyi niyet oldu? 

iç ses:
- Sen bunlarla mücadele etmeyi bilirsin. Sen bunlarla başedebilecek güçtesin! Ayakta kalmayı bilirsin!

ben:
- Ne için ayakta kalacağım lan! Kimin için ayakta kalacağım? Kendim için mi? Yattığım kadınlar için mi? Verdiğim hiç bir sözü tutamadığım kardeşim için mi? Zayıf aile bağlarım için mi? Geriye dönüp baktığımda beni seven kaç kişi var? Bomboş bir kalabalık görüyorum ben...

iç ses:
- Nefes aldığın sürece umut vardır. Deme öyle! Farklısın sen, yapabilirsin!

ben:
- Ben o kadar sıradanım ki, kendimden tiksiniyorum artık. Hayallerim gittikçe uzaklaşıyor benden. Kendi kendimi korumaktan, kendi hakkımı kendim almaktan, adaletime sahip çıkmaktan, güçlü olmaktan yoruldum. Birbirinden farklı ortamlardan yoruldum. Kalabalıktan bıktım.

iç ses:
- Seni seven insanlar çıkmıyor mu karşına?

ben:
- Kaç tanesi gerçekten beni görüyor? Kaç tanesi gerçekten benim derdimi dinliyor? Kaç tanesi yansıttığım beni değilde gerçek beni öğrenmek istiyor? Kaç tanesi bir yarama merhem olmak istiyor? Her şeyi geçtim kaç tanesi beni gerçekten dinliyor? 

iç ses:
- Sen güçlüsün. Bu yüzden yardım almak yerine yardım etmeyi tercih ediyorsun. Sen kendi yaralarını kendin sarabiliyorsun. Sen insanları dinlemeyi seviyorsun.

ben:
- Ben artık yorgunum, ben artık bıktım... Beni itip kakma artık. Ben o kibar halimden bıktım, ben o saf kalmaya çalışan halimden bıktım. Ben gülen yüzümden bıktım. Bıktım lan işte! Deveyi diken insanı siken yaranıyor amk... Öyle değil mi lan! Doğruyu söyle öyle değil mi?

iç ses:
- Onlar görünürde kazananlar ama aslında kaybedenler. Sen zor olanı seçecek güçtesin.

ben:
- Benim güç anlayışım artık değişti. Bayramdan sonra mma antremanlarına başlayacağım. O kibar çocuğun da ta amk... Hem sert surat ifadesi bana daha çok yakışmıyor mu? Böyle yaratılmışım işte! Kendimden kaçmanın ne anlamı var? Artık düzgün yollarda yürümeye çalışmaktan bıktım. Eski dostları arayacağım. Karanlığa, onların yanına yaklaşma zamanı gelmedi mi? İyiliğe, dürüstlüğe, mertliğe değer mi kaldı? Asaletmiş... O zengin soyluların yalanı. Sikeyim asaleti...

iç ses:
- Biraz daha sabret, bak her şey güzel olacak. Lütfen... Sen sabah kahvaltısında ekmeğini pencerendeki kuşlarla paylaşan birisin. Sen insanlara zarar veremezsin.

ben:
- İsteyince bir insana nasıl zarar verebildiğimi ve ne derece acımasız olabildiğimi biliyorsun. İçimde ne derece vahşi birini gizlediğimi biliyorsun! Yaparım...

iç ses:
- Onlar kendini korumak içindi. Onlar ayrı. Sonrasında üzülmedin mi? Geceleri uykuların kaçmadı mı?

ben:
- Duygularım köreliyor anlasana. Şeş kaza buralara kadar geldik ama elimdekiler buradan sonrasına yetmiyor amk... Bundan sorası için destek lazım. Oysa son zamanlarda herkes köstek oluyor. Yardım istemek için arıyorlar. Lan bana kim yardım edecek? Korkmuyorum fakat çok yoruldum...

iç ses:
- Ayağa kalk! Nasıl yapacağını biliyorsun. "fortuna favet fortibus" unuttun mu? Cesursun... Hadi! Toparla kendini ve başar! Başarabileceğini biliyorsun.

ben:
- Bu sözün sahibi kumandan Turnus'un askerleri yenildi biliyorsun değil mi? Telef oldular amk... Ben de her geçen gün kaybediyorum. Benim için hayat bir akarsuya karşı yüzmek gibi. İlerleyemediğim an su beni geriye doğru sürüklemeye başlıyor. Boğulacağım, nefes alamıyorum artık...

iç ses:
- İnatçı değil miydin sen? Herkese ve her şeye inat başarmadın mı şimdiye kadar? Yine başar... Ucundasın bu sefer. Kurtar kendini hapishanenden. Kır parmaklıklarını! Aş engelleri! Şimdiye kadar nasıl başardıysan öyle başar. Git ortaklar caddesine! *  Otur yine o ağaç dibine. Hani o kendine söz verdiğin yer var ya! Git işte oraya! neden başladığını hatırla, şimdiye kadar nasıl başardığını hatırla ve başar. Buraya kadar yaşadığın serüvenler sana çok şey öğretti. Artık eskisinden daha donanımlısın. Yeni dostların var. Hayatındaki işe yaramaz insanlar bir bir eksiliyor farketmiyor musun? Aslında bu yaşadıklarının senin yararına olduğunu görmüyor musun? Daha iyi olacak anlasana! Çok az kaldı anlasana! Bir süre daha taş bas kalbine. Biraz daha dizginle öfkeni. Zor olacak ama dayan bir süre daha... Başaracaksın, az kaldı. Bunların hepsi işaret. Son sınavını veriyorsun. Yükseldiğinde, artık her şey senin için daha kolay olduğunda, ulaşmak istediğin yere yaklaştığında kimse seni sarsamayacak anlasana! Çünkü sen zaten en zorunu en başında başarmış olacaksın. Seni o saatten sonra ne yalnızlık yıkabilir, ne dost kazığı yıkabilir, ne yalancı insanlar yıkabilir ne de düzenbaz insanlar yıkabilir. Çünkü sen bunlarla başetmeyi öğrendin. Ha gayret, az kaldı. Kara gözüküyor.

ben:
- Lan yine kandırıyorsun beni... Peki, yapacağım. Söz kalan tüm kuvvetimle başarmaya çalışacağım. İnadına mücadele edeceğim. Her şeye ve herkese inat öfkem enerjim olacak ve kalan tüm kuvvetimle saldıracağım. Yine ince ince planlayacağım. Anlaştık lan! Anlaştık amk... Romanı da yazacağım amk... Sahip olduklarımı gözden geçireceğim, planımı yapacağım ve elimdeki bütün silahları kuşanıp cesurca saldıracağım... Azmin ötesinde bir kudretle saldıracağım... Nasıl yapacağımı biliyorum, nereden başlayacağımı biliyorum. Yapacağım!

iç ses:
- Başaracaksın...

ben:
- Umarım başarırım yoksa seni bir daha asla dinlemeyeceğim...

iç ses:
- Başaracaksın! Zamanı geldi...