Bu Blogda Ara

24 Mayıs 2015 Pazar

Beklemek

Beklemeyi nasıl tanımlarsınız? İnsan birini bekler, güzel bir haberi bekler bazen sevgiyi bazen de emeklerinin karşılığını bekler ama beklemek nedir? Tüm bu bekleme süreçlerinin ortak noktası ne? Beklemek eylemsizliği çağrıştırsada aslında o bir fiildir. Beklemek bütün değişkenler hareket halindeyken sizin sabit kalmanızdır. Bütün değişkenler derken bunu sonsuz parantezi içerisinde değerlendirmeniz gerekmektedir. Değişkenler bir insan için, gerçekten önemsiz bir insan için bile sonsuzdur. Peki beklemek eylemsizliği çağrıştırmasına rağmen neden bir eylem olarak değerlendirilir? Çünkü insan eylemsiz kalabilmek için kendi içinde istikrarlı bir eylem gerçekleştirir. Eylemsiz kalmak zordur, beklemek zordur... Bir insanın hapsedilmesi neden ağır bir cezadır biliyor musunuz? Çünkü dışarıda herkes özgürdür. Şayet herkes hapsedilmiş olsa ve mahkum bunun farkında olsa herkesin özgür olduğu duruma nazaran daha az acı çeker. Bu durumun acı verici olan, yıpratıcı olan kısmı da tam olarak budur. Her şey hareket halindeyken siz yerinizde sabitsinizdir ve bu düşünce içten içe canınızı yakar. Aslında bu zihnimizin bize oynadığı bir oyundan ibarettir. Zihin biz sınırları aşmaya yaklaştıkça giderek daha fazla acıtır canımızı. Bu süreç yer kabuğuna inmek gibidir. Yerin ne kadar altına inerseniz hava o kadar azalır, etraf kararır ve ısı yükselir. Tüm bunlara rağmen kazmaya devam ederseniz karşınıza çıkacak olan şey kıymetli madenler ve değerli doğal kaynaklardır. Bunların hepsi yerin altındadır.

Kendi zihnimiz bize acı verirken, istemsiz bir şekilde kendimizin en büyük düşmanı olmuşken tüm bunlardan nasıl sıyrılacağız? Bu kısır döngüden, bu Meksika çıkmazından, çırpındıkça daha da derine battığımız bu iğrenç bataklıktan nasıl kurtulacağız? Cevap basit; kendi zihnimizin üzerine çıkarak. Bu biraz gerçeklikten sıyrılmak, biraz tanrılaşmak, biraz da delirmek anlamına gelebilir ama bu özgürleşmektir. Artık hiç bir şeyin size acı veremediği yeni bir boyuta geçersiniz. Bu öyle bir boyuttur ki burada tanrı sizsinizdir. Siz kendinize acı vermediğiniz sürece, daha doğrusu siz istemediğiniz sürece hiç bir şey size acı veremez. Tanrı olmak biraz da budur. Acı çekmemek... Dünyayı itersen dünya da seni iter. Böyle bir mücadele içerisinde galip gelmen imkansızdır. Bir fısıltı veya insanların tenini okşayan narin ve serin bir rüzgar olduğunu düşün. Hiç bir şeyden etkilenmeden yavaşça akıp gittiğini düşün. Rüzgar hem hiç bir şeydir hem de her şeydir. Tıpkı su gibi. Bir fırtına ağaçları kökünden sökerken yorulmaz veya bir sel önüne kattığı her şeyi sürüklerken... Onlar en yıkıcı zamanlarda bile bir kelebeğin kanatları kadar zarif hareket eder. Beklemek de işte tam olarak budur. Beklemek, bekleyebilmek ve bekleyebilme kapasitesine sahip olmak... Sen beklersin ve dünya sana doğru döner. Ne demiş Honoré de Balzac; “Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.”... Onlarca kitap yazan Balzac bir pasifist olamaz değil mi? Yazmak kolay bir eylem değildir çünkü. Yazmak insanın ruhuna faça atmasıdır. Bile bile kendi canını yakarsın ve bazen bundan sapıkça bir haz alırsın. Dolayısıyla yazmak pasif bir eylem değildir, zaten eylem olarak adlandırılan bir şeyin pasif olması mümkün değildir. Bu açıdan bile beklemek olarak adlandırdığımız eylemin pasif olarak tanımlanamayacak bir durum olduğu gerçeği yüzümüze çarpıyor.

Ben bekliyorum... Bütün değişkenlerin istediğim sıralamada dizilmesini bekliyorum, yaralarımın kapanmasını bekliyorum, ilerlemeyi ve yükselmeyi bekliyorum, aşık olmayı bekliyorum, birinin beni gerçekten sevmesini bekliyorum, gerçekten başarılı bir yazar olmayı bekliyorum, sayamayacak kadar çok paramın olmasını bekliyorum, gerçekten çok ama çok mutlu olmayı bekliyorum ve daha bunun gibi bir çok şeyi bekliyorum. Biliyorum... Özenli dizilmiş olan o domino taşları bir bir devrilecek, muazzam kavisler kavisler çizerek sonunda bana ulaşacak. Sonsuz değişken ve sabit ben... Zamanımı bekliyorum. Narin bir rüzgar, durgun bir su gibi bekliyorum. Değişkenlerin arasından etkisizce süzülüyorum. Döngüyü izliyor ve bana ait olanların gelmesini bekliyorum. Ruh kadar soyut, sevgi kadar somut bir halde bekliyorum. Şeytanın yüzündeki tebessüm kadar kendinden emin, tanrının buyruğu kadar net bir şekilde bekliyorum. Gelecek olanı bekliyorum...

15 Mayıs 2015 Cuma

Sevginin Gücü

Ilkel  bir toplumun sorunlu bireyleri olarak yine sinir bozucu bir günde daha birlikteyiz. Birbirimize katlanmak zorunda olmamız oldukça üzücü. Ben şahsen sizi sevmiyorum, sizin de beni sevdiğiniz söylenemez. En azından ortak bir noktamız var, birbirimizi sevmiyoruz. Bu kadar sevgisiz bir ortamda sevgiden bahsetmek benim için ilginç bir deneyim olacak. 3-5 kişinin okuduğu ve kimsenin paylaşmadığı bu ücra blogda size elimden geldiğince kötü hizmet edeceğim. Her şeyi hızla tükettiğimiz dünyamızda umursamazca ayaklar altına aldığımız sevgiyi bir de benden dinlemek isterseniz satırlarımı okumaya devam etmeniz yeterlidir. Size iç dünyamdan fazlasını vaadetmiyorum.

"Sevgi neydi? Sevgi emekti..." Bu hayatımda duyduğum en iğreç şey... Sevgi emek filan değil! Buna inanıp saçma bir yolda kendinizi heder etmeyin. Arabesk ruh hali bu toplumun en iğrenç hastalıklarından biridir. Sevgi nedir biliyor musunuz? Sevgi legodur. Iki lego birbirine nasıl oturuyorsa iki insan da ruhsal olarak öyle oturur birbirine, tık diye. Senin fazlalıkların ve boşlukların, onun boşlukları ve fazlalıklarıyla iç içe geçer. Seks de kabaca böyle bir şey değil midir? Birini seversin veya sevmezsin. Yıllarca emek verip kimseye kendini sevdiremezsin. Biraz sohbet etmek ve aynı ortamda biraz zaman geçirmek yeterlidir. Aşkı sevgiyle karıştırmamak gerek. Aşk kolanın içine mentos atmak gibidir. Şiddetli bir tepkimedir ama sonuç olarak hiç bir amacı yoktur. Aşk insanın kendi kendini kandırmasıdır. Insanlar bazen duygusal olarak boşluğa düşer, bazen dediğime bakmayın aslında insanlar sıklıkla duygusal boşluğa düşer. Aşk bu noktada varlığın hayata tutunma çabasıdır. Hayatta kalmak için bizi hayata bağlayan bir şeyler olmalı değil mi? Fakat aşk hayata bağlanmak için son çaredir. Köprüden önceki son çıkış. Etrafta bunca aşık olması ruh sağlığımızın da bir göstergesi. Lütfen ama... Aşktan bahseden şarkıların yarısından çoğunun klibinde kalçalarını sallayan kadınlar varken benden aşkı yüceltmemi beklemeyin. Ben beklentilerinizi karşılamak için yazmıyorun...

Insanlar sevdiklerini güzel görür. Güzellik bakan gözlerdedir sözünün mantığı da budur. Örnek vermek gerekirse pucca nick'li, malesef ki meşhur, o malum blog yazarı Marlyn Manson'a benzemesine rağmen güzel bulunuyor. Niye? Çünkü onu seviyorlar... Oysa ben Marlyn Manson'ı severim. Sanatını bedenine yansıtan, bunu yaşayan ve izleyiciye de yaşatan saygıdeğer biri benim için. Oysa pucca hayatı aşktan ibaret sanan, kalpli pijama giyen gerizekalı sevgi pıtırcıklarının meşhur ettiği birisi. Onlar kafayı kadın erkek ililşkileriyle bozmuşlardır. Onlarda ne bir zeka ışıltısı, ne de mantıklı bir hareket göremezsiniz. Onların beyinleri mühürlenmiştir. Onlar görürler, duyarlar ama anlamazlar. Şüphesiz onlar dünyaya fazlalık olarak geldiler. Bir de içinde büyük sevgi kütleleri olduğunu söyleyip duran salaklar vardır ki beyninin her bir hücresini cımbızle tek tek yolmak istersin. Şu satırlarda küfür etmemek için kendimi zor tutuyorum. Bu sebepten dolayı bu paragrafı burada sonlandırıyorum. 

Buraya kadar okurları elekten geçirdikten sonra kalanlarla hazinemi paylaşacağım. Sevgi nedir biliyor musunuz? Sevgi tamamlanmaktır. Sevgi içinizdeki boşluğun dolması, acılarınızın son bulmasıdır. Gerçek sevgiyi kesinlikle hissedersiniz. Yıllar geçtikçe insanın ailesinden gördüğü sevgi bile azalıyor. Etrafınıza bakın, dikkatle bakın. Sosyal medyayı inceleyin. Insanların "Lütfen beni sevin!" diye haykırdığını göreceksiniz. Bu sözlerimi yabana atmayın. Ben birinin beni gerçekten sevdiğini düşündüğüm için, hiç görmediğim, göremediğim bir kız uğruna her şeyi ardımda bırakıp Istanbul'a gelmiş biriyim. Eminim bir çoğunuz sevgi uğruna fedakarlıklar yapmıştır, aşk değil bu. Biz sevilme ihtimalini bile sevebilecek kadar sevgiye aç insanlarız. Birilerinin bizi gerçekten bütün kalbiyle, içten bir şekilde sevmesi mutluluğa açılan tek kapımız. Acılarımız bundan, göz yaşlarımız bundan, yorgunluğumuz bundan, yalnızlığımız bundan, acı kahkahalarımız bundan... Sevgi dünya üzerinde insanoğlunun manipule edemediği tek duygudur. Aşk denilen yapay olgularla üstü örtülse de herkes bir gün anlar; büyük aşk diye bir şey yoktur, gerçek sevgi vardır. 

Sevgiler...