Bu Blogda Ara

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Çürümek


   Çürüme en basit tanımıyla doğanın geri dönüşüm yöntemidir. Bütün organizmalar zamanla ölür ve  çürüyerek ve doğaya karışır.  Meyveler, sebzeler, ölen hayvanlar ve daha bir organizma çürümeye mahkumdur. Ölüm kadar gerçektir çürümek. Fiziksel bir yok oluştur. İğrençtir ve mide bulandırıcıdır fakat maddesel bir dönüşüm sürecidir. Yalnız bu da değil; çürümenin başlangıcı aynı zamanda yok oluşun da başlangıcıdır. İki süreç birbirine paralel olarak harekete geçer.






    Konuyu biyolojik olarak incelemek gerekirse bitkilerin ve hayvanların neden çürüdüğünü ayrı ayrı ele almak gerekir. Örneğin meyve ve sebzeler; "Meyvenin ve sebzenin hücre yapısı bir bütün olarak korunduğunda, enzim ve fenoller birbirinden ayrı duruyor. Ancak meyve veya sebze dilimlendiğinde, çürüdüğünde ya da zamanla bozulduğunda, meyvenin hücre duvarları yıkılıyor ve kimyasal karışma başlıyor. Meyvenin yüzeyindeki bu bozulma, oksijenin diğer organik bileşenlerle temasına yol açıyor. Meyvelerin çoğu kahverengiye dönüşerek oksitleniyor. Ancak limon ve turunçgiller kahverengiye dönmüyor, çünkü içerdikleri sitrik asit nedeniyle oksitlenme renksiz gerçekleşiyor.".



   Hayvanlarda ise durum biraz daha farklı; "Doğada saprofit ismiyle tanınan bir bakteri vardır. Bu bakteri ölü organizmaları yapı taşlarına ayırmakla görevlidir ki görevini en iyi şekilde yapmaktadır. Çürüyen etler sinekler için iştah açıcıdır ve her türlü sinek yumurtasını çürümüş etin içine bırakır. Larvadan çıkan kurt çürük eti yiyerek beslenir, gelişir ve döngü devam eder. Hatta kangrenden ötürü çürümüş doku üzerine bu kurtcukları koymak suretiyle oluşturulan bir tedavi yöntemi bile vardır.".





   Maddesel tanımlarla bu sürecin mantığını kavradığımıza göre şimdi çürümenin ruhsal boyutunu inceleyebiliriz. Ruhları çürüyen binlerce, milyonlarca insan acı içinde can çekişiyor. Sadece çevremizdeki insanları dikkatle izlememiz yeterli. Bu duruma örnek teşkil edebilecek bir kaç örnek elbet vardır. Bunun üç şekilde dışa vurumu vardır; aşırı eğlenme ve mutlu hissetme ihtiyacı, aşırı uyuma ihtiyacı ve aşırı öfke hali... Bunların hiç birinin mantıklı ve elle tutulur sebeplere dayandırılmasına gerek yoktur çünkü bu ruhsal bir çürümedir. Ruhu koruyan duvarlar yıkıldığında kötü düşünceler larvalarını ruhumuza bırakıyor ve bu lavralar ruhumuzdan beslenerek büyümeye başlıyor. Bir süre sonra kaçınılmaz olan gerçekleşiyor ve ruh tükeniyor. Akabinde insanın elinde kalan tek şey hayallerini kaybetmiş, sadece biyolojik varlığını sürdürebilen, yaşadığını zanneden ama pratikte çoktan ölmüş olan bir zombi oluyor. Zombilerin hüküm sürdüğü bir dünyada ruhun varlığını korumak zor zanaat... Tek bir şansımız var o da bütünlüğümüzü korumak. Ne kadar yaralanırsak yaralanalım, ne kadar üzülürsek üzülelim bütünlüğümüzü korursak çürümeyiz. Parçalarımızı birbirine sıkıca bağlamalı ve bu bağlara kalın gemici düğümleri atmalıyız. Ruhumuzu kaybedersek hayallerimizi kaybederiz, sanatı kaybederiz, hayatın içerisindeki o şiirselliği kaybederiz, döngümüzü kıracak kudretimizi kaybederiz. Özetle her şeyimizi kaybederiz...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder