Bu Blogda Ara

19 Temmuz 2015 Pazar

Öylesine

 
   Bilgisayarımın başına geçiyorum, zihnimdeki binlerce düşünceyle birlikte... Uzun uzun yazmak istiyorum, hiç bir ayrıntıyı atlamadan. Fakat sanırım bu sefer bunu yapamayacağım. Kısa bir yazının ardından Heroes isimli diziyi izleyip kendimi özel hissetmeye çalışacağım. Aynı sebepten dolayı onedio isimli sitedeki testleri de çözmeyi seviyorum. Kimsede olmayan bir özelliğim, beni özel kılan bir şeylerim olduğuna anlık bile olsa inanmak için... Fakat bu hep hayal kırıklığıyla son buluyor. Testi çözdükten sonra sayfayı biraz aşağı kaydırıyorum ve benimle aynı sonucu elde eden onlarca sıradan insanın yorumunu görüyorum. Herkes özeldir saçmalığına kesinlikle inanmıyorum. Herkes özel olursa özel olmak tabiri anlamını yitirir ve sıradan olmak tabirinden hiç bir farkı kalmaz. Bu da acı bir gerçek. Gel gelelim beynimiz bizi hayatta tutmak için bize her zaman için yeni mazeretler yaratacaktır. Tanrı yaşamamızı istediği için bizi her koşulda yaşamamız için programlamış. Bu çok bencilce ve gaddarca...

   Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz bilmiyorum, bazen bazı insanlar bana twitter'dan veya mail adresimden üzerinden ulaşıyor. Çok fazla ulaşanım yok, ulaşanlar içinden bazılarıyla kısaca konuşuyoruz. Kimisinin bazı soruları oluyor. Soruyorlar ve gidiyorlar. Bazılarıyla da uzun sohbetler ediyoruz. Kimisi de kurcalamak istiyor, derinlemesine çözümlemek.  İşte bu kocaman bir sıkıntı... Kelimelere biraz hakimim. Bu beni özel yapar mı? Sanmıyorum... Bu blog binlerce hit alsaydı belki ama şu ana kadar hiç bir fark yaratamadım.

   Ekşi sözlükte bir çok entry'm var. Bazıları beğenilip dikkat çekiyor ama içlerinden yalnızca bir tanesi fark yarattı. Uzak mesafe ilişkisi başlığındaki entry'm... Yaşamış olduğum iğrenç bir olayı anlattığım kötü bir hatıra. Neden yazdığıma gelecek olursak; kaç kişi sosyal çevresinde hiç görmediği bir kızla bir sene boyunca yoğun aşık yaşadığını anlatabilir ki? Bunu nasıl paylaşabilir? Onlarca yafta yiyebilirsin ve insanlar senin aptal olduğunu düşünebilir. Edebi anlamda bir başarım yok, şimdiye kadar bilimsel bir makale de yazmadım. Yaptığım meslekte de alanımın en meşhur insanlarından biri değilim. Yani size burada çok zeki ve fark yaratan bir insan olduğumu iddia etmeyeceğim fakat insanlar karşısındaki insanı kendisinden daha aptal görmekten zevk alırlar. Bir çok insan farketmese de böyle iğrenç bir hastalığa sahip. O yüzden sosyal ortamda kimse yaşadığım o iğrenç olayı bilmiyor.

  Bana mail atan ve kurcalamayı seven bir arkadaşla yine sohbet ediyorduk bugün. Onunla neden sohbet ettiğime gelirsek inanın hiç bilmiyorum. Bana sempatik gelen tek bir özelliği yok. Aksine sinirlerimi bozuyor. Twitter profiline bakıp hakkında bir intiba elde etmeye çalıştığımdaysa hissettiğim tek şey onun koca bir zaman kaybı olduğuydu. Karşımda bir ordinaryus beklemiyorum elbette ve doğallığı seven biriyimdir ama saçmalamak... İşte bu iğrenç bir şey. Bir insan saçmalamak için neden twitter'a ihtiyaç duysun ki? Samimi arkadaşlarının yanında eğlenerek saçmalamak ve doyasıya doğal olmak varken neden twitter? Çünkü onun bana vermiş olduğu kod isimde gizlenmiş "social anxiety disorder" yani sosyal anksiyete bozukluğu dikkatimi çekmişti. Psikoloji bilimi benim için her zaman ilgi çekici olmuştur, psikiyatirst ve psikologlardan nefret etmeme rağmen. Peki neden hala onunla sohbet ediyorum? Hayatım boyunca bir çok kararı içimdeki sese göre verdim. Sanırım beynim bana yeterli gelmiyor o yüzden içimdeki sesin yönlendirmesine boyun eğiyorum. İçimdeki ses de onunla konuşmaya devam etmemi söylüyor. Onunla konuşmaktan en ufak bir zevk almama rağmen içimdeki sesin bu ısrarı bende merak uyandırıyor. Gel gelelim şuan mutsuzum ve hayatım  hiç istediğim gibi gitmiyor. Bunda içimdeki sesin katkısı büyük. Keşke beynini daha çok kullanan insanlardan biri olabilseydim.

   Bir insana yazdıkları üzerine ulaşıp o insanın yazdıklarını okuduğunuzu inkar eder misiniz? Kulağa delice geliyor değil mi? Ben belli sayıda okuru olan, yazdıkları sayılı insanın hoşuna giden ve ara sıra o insanlarla sohbet eden bir blog yazarıyım. Şuan daha fazlası değilim... Kendimi Dostoyevski olarak görmüyorum elbette fakat yazdıklarıma saygısızlık edilmesi hoşuma gitmez nihayetinde. Hatta bu beni kızdırabilir bile. Bu üçüncü kez başıma geliyor ve ben daha önceki iki kişiye de bu yöntemi uyguladım, yine bu yöntemi uygulayacağım çünkü bu yöntem hep işe yarar. O konuşma sonrası ilk yazımda bu insanlardan bahsederim ve onlar da okur. Çünkü zaten yazdıklarımı okudukları için tanıştık... Sadece onlara ne kadar aptalca davrandıklarını göstermek için yazarım. Önceki iki kişi zamanında sözlükte yazıyordum, şimdi blog'da. Değişen tek şey bu. Belki benim de bazılarının benden daha aptal olduğunu görmeye ihtiyacım vardır. Belki ben de bundan zevk aldığı farketmeyenlerden biriyimdir. Belkide onlar gerçekten aptaldır. Ertesi gün onların, onlar hakkında yazdığım yazıyı görüp bana tepki vermeleri eğlenceli oluyor. Çok canım sıkılıyor ve hayatımda bir çok eksik var. Böyle bir kaç eğlenceli şey benim için paha biçilmez.

  Can sıkıntısından bu yazıyı okuyup hayatlarından çaldığım bir iki dakika için bana küfür etmeyen insanlara teşekkürü bir borç bilirim. Küfür edenlere gelecek olursak; özür dilerim... Çok daha uzun ve çok daha güzel bir şey yazmayı planlamıştım. Son zamanlarda hep böyle oluyor. Yapamıyorum. Eksik bir şeyler var. Biraz mutluluk gibi mesela. Sevgiler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder